10 Aralık 2017 Pazar

Türk Uygur Edebiyatı - 2

Türk-Uygur Edebiyatını incelemeye devam ederken, Uygur yazarlarından, şairlerinden ve Uygur halk edebiyatının belki de en güzide yapıtı olan On İki Makam'dan söz edilmesi gerekiyor.
Şiirlerinde sanatsal bir üslupla işlenmiş dizeleri okurken, öte yandan asırlara ve geleceğe yön verebilecek nitelikteki dev hacimli Uygur romanlarının ne kadar fevkalade edebi eserler olduğu açıkça görülebilmektedir.

Kızıl Çin Karşısında Uygur Şiiri

Uygur şiirlerinde akla ilk gelen şairlerden birisi, milleti için büyük bir mücadele vermiş olan Abdulhaluk Uygur'dur. Onun, Uygur şiirinde kesinlikle önemli bir yeri vardır.
1921 yılında Turfan şehrinde doğan Abdulhaluk Uygur, halkını teşkilatlandırarak mücadelesine yaşamı boyunca devam eder. Bunun karşısında Abdulhaluk Uygur, dönemin Kuomintang yönetimi (Milliyetçi Çin) tarafından 13 Mart 1933 yılında idam edilmek suretiyle şehit edilir.
8 yaşından beri şiir yazmakta olan Abdulhaluk Uygur'un günümüze ulaşan 200 tane şiiri vardır. Şehit edildiğinde ise henüz 28 yaşında bir genç idi.
Şair bize Gezep ve Zar (Öfke ve Çığlık) isimli şiirinde şöyle sesleniyordu:

Ey pėlek dehşetiÆdin intiha bizarmen,
İzlerim köp, tapmidim bir derdime hiç darman.

Ata-bovamdin miras kona kiselniÆ derdide,
Gah ölüp, gah tirilip köptin beri avarmen.

Bir purap ölsem ne arman beġim bahari gülini,
Her seher gül işúida bulbulġa oòşaş zarimen.

Penge maÆsaú köz ėçip kapir-cedit dep úarġişur,
Bu hamaúet devride ateş bolup yanarmen.

Çöl-cezire, deştu-sehra içide úaldim ne ilac,
Ah, úaçan bir yol tėpip úoşulay úatarmen.

Suġa teşna bu çöl, bipayan munbet yeri,
Misli derya tapmay ėkiş úaynam bolup yanarmen.

Oyġinip ketti cahan meġribi- meşriú tamam,
Men tihi süt uyúuda çüş körüp yaterimen.

Başúılar kökte uçup, suda üzüp ketti yiraú,
Men misal yalaÆyaú dessep tiken maÆarmen.

İlim-pendin yoú òever, basti ġeplet òevp-òeter,
Halimiz úuldin beter, úandaú çidap turarmen?


Ey felek senin dehşetinden çok öfkeliyim,
Çok aradım bulamadım derdime derman.

Ata babamdan miras kalan eski hastalığın derdinde,
Kah ölüp kah dirilip çoktan beri avareyim.

Bir koklayıp ölürsem bağın bahar gülünü başka arzum yok,
Her sabah gül sevdasında bülbül gibi aşığım.

Bilime yönelsek uyanıp kafir “cedit” diye beddua ederler,
Bu cahil devrinde ateş olup yanıyorum.

Çöl cezire, deşti sahra içinde kaldım ne çare,
Ah ne zaman bir yol bulup kervana katılacağım.

Suya hasret bu çöl, sonsuz verimli toprağı,
Misli nehir bulmadan akarak kızgın bir şekilde yanarım.

Uyandı dünya gün çıkan yerden gün batan yere kadar,
Hala ben süt uykusunda rüya görerek uyuyorum.

Başkaları gökte uçup, suda yüzerek uzaklara gitti,
Mesela ben yalın ayak dikene basarak yürüyorum.

Bilimden ilimden hiç haber yok, bastı gaflet tehlike,
Halimiz köleden beter nasıl dayanarak dururum.

Çağdaş dönemin diğer isimleri arasında şunlar gelmektedir:

1- Armiya Nimşehit.
1906 yılında doğan şair, 22 Ağustos 1972 yılında vefat eder. Şiirlerinde daha çok klasik bir ülsup bulunuyordu.
Seğindim (Özledim) adlı şiirinde;

''Sėġindimmen, sėġindimmen, sėġindim,
Veten sėni teşna bolup sėġindim.
MihriÆ tolġan yürekimdin sėġindim,
Dolúunliġan kökrekimdin sėġindim.

Özledim ben özledim, özledim,
Vatan seni hasretle özledim.
Sevginin dolduğu canı gönülden özledim,
Coşan bağrımdan özledim.'' diyordu.

1913'te Kaşgar'da dünyaya gelen Ahmet Ziyati, yine 1913'te Kaşgar'da doğan Abdulaziz Mehsum, Lutpulla Mutellip, Elkem Ehtem, Zunun Kadiri, Tayipcan Ali, Turgun Almas, Abdurrahim Ötkür, diğer Uygur şair ve yazarların en önemlileridir. Bunlardan Nimşehit, Çinliler tarafından gönderildiği sürgünde aç ve susuz bırakılarak, Mutellip ise 1922'de idam edilerek şehit şairlerden olmuşlardır.


Türk-Uygur Edebiyatında Roman

Uygur edebiyatında şiirin yerinin büyük ve önemli olduğu kadar romanların da önemli bir yeri bulunmaktadır. Bugüne kadar yazılan romanlarda en çok görülen tür tarihi romanlardır. Daha çok Çin zulmü karşısında milli kimliklerini korumaya yönelik yazdıkları romanlar, belirli maksatlar taşımaktadır.
Uygur edebiyatına ait olan romanların hepsi dev hacimli eserlerdir. Genellikle çoğu 450 sayfanın üzerindedir. 1008 sayfalık Satuk Buğra Han romanı en hacimli olanıdır. Romanlarda modern üsluptan ziyade geleneksel anlatımın, üslubun tercih edildiği görülmektedir.
Başlıca romanlar arasında şunlar sıralanabilir:

1- Satuk Buğra Han (Seyfettin Azizi)

2- İz (Abdurrahim Ötkür)

3- Uyanan Topraklar (Abdurrahim Ötkür)

4- Abdulkadir Damolla Hakkında Kıssa (Hevir Timur)

5- Erken Uyanan Adam (Hevir Timur)

6- İşte O Günlerde (Abdulsattar Hamidin)

7- Ahiretten Gelenler (Turdı Samsak)

8- Iskalayan Kurşun (Abdullah Talip)

9- Unutulanlar (Ahet Turdı)

Satuk Buğra Han romanında, onun öncülüğünde Uygurların İslamiyeti kabulü anlatılır. Ötkür'ün İz romanında ise Timur Halife liderliğindeki Kumul ihtilali anlatılır. Erken Uyanan Adam romanında özet şeklinde verilir. Mehmet Emin Tohti'nin 'Kanlı Topraklar' romanında da anlatılan bir olaydır.
Uygur Türkleri 1760 yılından beri 97 defa silaha sarılarak Çin hakimiyetine karşı ayaklanmıştır. Bu durum Çinlilerde '' Doğu Türkistan'da her üç senede bir küçük, her otuz senede bir büyük ayaklanma olur '' sözünün bir atasözü haline gelmesine neden olur.

1913 yılında Kumul'da başlayan 'Timur Halife Ayaklanması' Doğu Türkistan'da üç yıl boyunca devam etmiş  ve Timur Halife'nin kahramanlık öyküleri İz romanına konu olmuştur.

Abdurrahim Ötkür'ün diğer romanı olan 'Uyanan Topraklar' İz romanının devamı olan bir kitaptır. Hoca Niyaz Hacı öncülüğündeki ikinci Kumul ihtilali (1928-1942) Uyanan Topraklar romanının konusudur. 12 Kasım 1933'teki Doğu Türkistan'ın kuruluşu ve yıkılışı anlatılmıştır.
Ahiretten Gelenler, Iskalayan Kurşun, İşte O Günlerde ve Unutulanlar adlı romanlarda ise 12 Kasım 1944'de kurulan ikinci Doğu Türkistan Cumhuriyetinin hazırlık dönemi, kuruluşu ve yıkılışı ele alınmıştır.

Çin'de Mao öncülüğünde başlatılan Kültür Devrimi döneminde de Uygurların çektikleri sıkıntıları, maruz kaldıkları zulümleri anlatan pek çok roman bulunmaktadır. Bunlardan biri Mehmet Emin Tohti'nin 'Tanrı'nın Hükmü' romanıdır. Kültür Devrimi'nde yaşanan bir aile dramı konu edinilmiştir. Bir diğer roman da yine Mehmet Emin Tohti'nin yazdığı Yarışçılar Hakkında Kıssa'dır. Bu eserde köy insanlarının yaşadıkları zorluklar anlatılmıştır.

 
Uygur On İki Makamı Ve Edebiyatı

Uygurların Türk kültürüne hediye ettiği en önemli eserlerden biri de On İki Makam'dır. On İki Makam, Uygur Türklerinin mutluluklarını, üzüntülerini, haksızlık ve zulüm karşısındaki gazap ve nefretlerini, geleceğe olan inanç ve umutlarını yansıtır. Başta Ali Şir Nevai olmak üzere Lutfi, Fuzuli gibi şairlerin şiirleriyle bütünlük oluşturan On İki Makam, klasik edebiyat ve halk edebiyatı ile yakından ilgilidir.

On İki Makam'ın kendi has terimleri vardır. Bunların büyük kısmı Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden gelmektedir. Bazı terimler ise kelimelerin değiştirilmiş halleridir.

1- Rak Makamı
2- Çebeyyat Makamı
3- Müşavirek Makamı
4- Çehargah Makamı
5- Pencigah Makamı
6- Özhal Makamı
7- Acem Makamı
8- Uşşak Makamı
9- Bayat Makamı
10- Neva Makamı
11- Segah Makamı
12- Irak Makamı




Türk-Uygur Edebiyatı

Asırlar ötesinden bu yana yaşantımıza, manevi dünyamıza, devletimize ve sanatımıza, a'dan z'ye her şeyimize ışık tutan, bizim ruh köklerimizin güçlü kaynaklarından olan edebiyatımızı, yine geçmişi ve geleceği itibariyle incelerken onun en muhkem, en milli yapı taşlarını belirlememiz gerekmektedir. Bu anlamda konunun ehli olan kişilerin pek çok tasniflemesi bulunuyor. Biz de bir parça olsa da ışık tutabilmek adına kısa ama öz bir tasniflemede bulunmakta fayda görmekteyiz.

Kadim Türk edebiyatı, yüzyıllar içerisinde geçirdiği etkileşimlerle ve farklı yönleriyle anılmıştır. Bunun en önemli inceleme konuları hiç şüphesiz Türk dili ve kültürünü, aynı zamanda da ruh dünyamızı en iyi şekilde yansıtarak bugüne kadar muhafaza edenlerdir.

Oğuz Kağan Destanı, bu tasnifte Türk edebiyatının en milli yapıtı olarak kabul edilmelidir. Türk milletine, milli kültürüne ve milli edebiyatına asıl yön veren, temelde Oğuz Kağan Destanı olmuştur. Bununla beraber geçmiş dönemde Hakaniye şivesi adı altında incelediğimiz ve Uygur Devleti ile başlayarak günümüze kadar gelen Türk-Uygur Edebiyatı da edebiyatımızı şekillendiren bir diğer önemli ve anlaşılması gereken bölümlerden biridir. Akabinde edebiyatımızın belki de en güçlü kalemi ve de en saf hissiyatına sahip olan Ali Şir Nevai'nin temeline oturttuğu Çağatay Edebiyatı adını verdiğimiz kısım gelir. Son bir tane varsa bu da Osmanlı Devleti'nin var olduğu müddet içerisinde incelediğimiz ve günümüze kadar dünyamıza şekil veren Divan Edebiyatı'dır.

Bu adlar altında sıraladığımız edebi unsurlar veya bölümler, Türk edebiyatının ve onun tüm aleme bakış açısının ana belirleyicisi olmuştur. Bu bağlamda günümüzde unutulmakta olduğunu ve bir takım dış etkenlerin de araya girmesi sebebiyle yok edilmeye çalışılan Uygur Edebiyatı, daima hatırlamamız ve üzerinde çalışmalar yapmamız gereken bölümlerden bir tanesidir.
Uygur Edebiyatı, M.S 742 yılında kurulan Uygur Devleti ile başlayarak ve birçok zorlu süreçten geçerek günümüze kadar ulaşmıştır.

Uygur Edebiyatının da kendi içinde birkaç farklı inceleme alanı bulunuyor. Üç kısma ayrılıyor. İlki, Budist-Maniheist Uygur Edebiyatı dönemi, ikincisi, 15-16. yüzyıllar boyunca seyreden İslami Uygur Edebiyatı dönemi, üçüncüsü ise 20-21. yüzyıl Uygur Edebiyatı dönemidir. Bunun adına Çağdaş Uygur Edebiyatı da denebilir.

İslam öncesi Uygur Edebiyatı dönemi, Bögü Kağan'ın Maniheizm inancını benimsemesi ile başlar. Burada önemli olan bir ayrıntı da halkın bu inancı benimsememiş olmasıdır. Bunu benimseyişi takip eden yıllarda yazılan eserlerin birçoğu dini içerikli edebi eserler olurken, yine ağır basan yönlerinin Maniheist inanç noktasında buna dair içeriklere sahip bulunmalarıdır.

Bu eserleri incelerken kısaca şu şekilde bahsedilebilir:

Huastuanift: Maniheist öğretileri kapsayan bir tövbe ve dua kitabıdır.

Irk Bitig: Göktürk alfabesiyle kaleme alınan Irk Bitig, Fal Kitabı anlamına gelmektedir. İçerisinde inançsal anlamda ifadeler yer alsa da tamamen bir dini eser değildir.

Budist Uygurlarda incelediğimiz eserleri de şu şekilde sıralıyoruz:

Prens Kalyanamkara Papamkara: Uygur döneminin en ünlü öykülerinden biridir. Kansu vilayetinde bulunan bu eserde, iyi yürekli bir şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerine engel olmak üzere çok değerli bir mücevheri ele geçirmek için çıktığı maceralı yolculuk anlatılır.

Altun Yaruk: 10.yüzyılda yazıldığı tahmine edilen eser, 17.yüzyılda bulunmuştur. Birkaç nüshası bulunan fakat oldukça hacimli olan eser, Budizm'in esaslarını, felsefesini ve Buda'nın menkıbelerini anlatan dini bir eserdir.

Sekiz Yükmek: Sekiz bilgi anlamına gelir. Eserde duyusal uzuvların anlamı ve görevleri Budist bir anlayışla açıklanmış ve bazı inançsal bilgilerle desteklenmiştir.

İslami dönemde bu kimliğe bürünen Uygur Edebiyatı, daha yüksek bir şuur kazanmıştır.
Hace Ahmed Yesevi ve onun Divan-ı Hikmet'i, Edip Ahmed Yükneki'nin Atabet'ul Hakayık'ı, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'i, Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ı Lugat-it Türk'ü hep bu döneme ve gelecek asırlara damga vurarak yön veren İslami dönem Uygur Edebiyatına ait temel eserler olarak edebiyat dünyamızdaki sarsılmaz yerlerini almışlardır.


Çağdaş Uygur Edebiyatının Oluşması ve Gelişmesi

Uzun yıllar boyunca Çin baskısı ve esareti altında yaşayan Doğu Türkistan, 1864 yılında Yakup Han'ın Taşkent'ten Kaşgar'a gelmesiyle birlikte sona erer. Yakup Han, Osmanlı Sultanı ve İslam Halifesi Abdulaziz Han Hazretlerine biat eden ve Doğu Türkistan'a hürriyetini kazandıran bir Han idi. Fakat onun 1877 yılında vefat etmesiyle birlikte tam 33 yıl boyunca devam edecek olan yeni bir baskı ve esaret dönemi başlamıştır.

Çin zulmüne karşı yazılan ve söylenen halk türküleri, şiirleri Çağdaş Uygur Edebiyatının temellerini oluşturmaya başlar. Uygur Türklerinin maruz kaldığı zulümleri anlatan Abdurrahman Han Goca Destanı, Hoten halkı arasında söylenmeye başlar.

“Ġoca tolġan ġezepke “Hoca dolmuş gazapla, Ot çaúniġan közliri; Ateş saçan gözleri. Òançer idi, oú idi Hançerdi kurşundu, Eytúan her bir sözliri: Söylediği sözleri, Ambalda yoú diyanet, Beyde yok diyanet. Barçisida òiyanet; Hepsinde hiyanet, Yurtini tamam úapliġan, Vatanı tamamen kaplayan, Vaba yeÆliġ cinayet, Veba gibi cinayet. BizniÆ elde bolmiġaç Halkımızda olmayınca. Berke, birlik, inayet; Bereket, birlik, inayet, Bėşimizġa çüşüptu Başımıza konmuş, Dehşet úızıl úıyamet, Dehşet kızıl kıyamet. Òoten òarap boluptu, Hoten harap olmuş, Baġri úanġa toluptu. Bağrı kana dolmuş. Aldimizda ikki yol- Önümüzde iki yol, Hayat-mamat turuptu Hayat memat durmuş.''

Çinlilerin baskı ve şiddetleri sonucunda ortaya çıkan halk türkülerinden birisi de Ma Titey'in baskı ve şiddetlerini anlatan halk türküsüdür.

 “Ma Titey atmiş yaşta Ma Titey altmış yaşında Kövrük saldi toúúuz taşúa. Köprü kurdu Dokuztaş’a. Ma TiteyniÆ alviÆi, Ma Titey’in vergisi, Bala boldi başúa. Bela oldu bu başa. Oú sėlipmu atúan taz, Kurşun salıp atan da kel, Oú salmaymu atúan taz, Kurşun salmayıp atan da kel. Úara layni mom úilip, Kara çamuru mum yaparak, Kembeġelge satúan taz. Fakire satan kel. Soòu yoli úumuşluú, Sohu yolu kamışlık, Orġak sėlip orġan yoú. Orak vurup kimse kesmedi. On töt yil şeherni sorap, On dört yıl şehri yöneterek, Ma Titeydek bolġan yoú. Ma Titey gibi hiç kimse olmadı. Ma Titey tulum çışúan, Ma Titey şişman fare, AlvaÆni tola çaçúan. Vergiyi iyice artırdı. Özini yoġan çaçúan, Kendisini büyük görerek, Darġa ėsilip yatúan.”  Darağacına asılarak yattı.”

Çin zulmüne ve zengin Uygur beylerinin baskılarına karşı baş kaldıranlardan biri de Seyit Noçi'dir.

“Bozek úılsa bay-ġocilar Zulmetse zengin beyler, Aciz puúrani, Aciz fukaraya, Úandaú çidap turalaydu, Nasıl dayanır Seyit vicdani. Seyit’in vicdanı. Agah berdi Seyit köp ret Uyardı Seyit çok defa Höküma begke, Hakime, beye, Nezerge hiç almiġanda Nazara hiç alınmadığında Úetildi sepke” Katıldı safa”

Bu halk ozanlarından biri olan Seyit Noçi'nin birçok şiiri vardır. Seyit Noçi ve onun gibi Uygur aydınlarının Çin zulmüne ve zengin beylere karşı açmış oldukları savaşlarla Çağdaş Uygur Edebiyatı oluşmaya başlamıştır.

Doğu Türkistan'da başlayan Ceditçilik (Yeni Hareket) hareketi, beraberinde gazetecilik ve neşriyatçılık faaliyetlerini de doğurmuştur. İlk adım olarak, 1899 yılında aydın ve zengin kişilerin destekleriyle birlikte Matbaa-yı Hurşid (Nur Matbaası) kurulur. Daha sonra 1910 yılında Kaşgar'da Yenihisarlı Nurhacı isimli birisi tarafından Matbaa-yı Nur adlı bir taş matbaa daha kurulur. 1905'te Kaşgar'da kurulan Şivit matbaasında 'Sultan Saltuk Buğra Han' ve 'Dünya Coğrafyası' adlı iki kitap basılır. Bunlarla birlikte gazeteler de kurulmaya başlanır. O dönem, Doğu Türkistan'da kurulan gazetelerin en önemlileri şunlardır:

1- 1911'de Kaşgar'da Kutluk Şevki tarafından kurulan Fikir adlı gazete Uygurca olarak çıkartılır.

2- 1922'de çıkarılan İli Dihkanliri (İli Çiftçileri) gazetesi vardır.

3- 1949'da Çin'in bölgeyi işgaline kadar yayın hayatına devam eden Kaşgar Sincan Gazetesi bulunmaktaydı.

4- 1924'de çıkarılan Sincan Gazetesi, 1939 yılında 'Aksu Halk Gücü' adıyla çıkarılır.

5- Çöçek Haberleri Sincan Gazetesi.

6- İnkılapçı Gençler Gazetesi

Doğu Türkistan'da Ceditçilik hareketinin etkisiyle pek çok dergi de çıkartılır. Bu dergiler arasında en önemlileri olarak şunlar sıralanabilir:

1- Cahangirlikke Karşi Birlik Sep Jurnali ( Emperyalizme Karşı Birlik Dergisi )

2- Helk Birlik Sepi Jurnali ( Halk Birliği Dergisi )

3- Yeni Sican Dergisi

4- Han Tanrı Dergisi

5- Cenubtin Avaz Jurnali ( Güneyden Ses Dergisi )

Çağdaş Uygur Edebiyatının bu gelişim süreci 1949 yılına kadar devam eder. Mao'nun Çin yönetimini ele geçirmesiyle birlikte Doğu Türkistan üzerinde mevcut olan baskı ve zulüm arttılır. Şiir ve romanlarda 'Tanrı Dağı' , 'Tarım Nehri' gibi kelimeler, 'memleketim' , 'vatanım' gibi seslenişler dahi yasaklanır ve edebiyat çok dar bir alanın içine hapsedilir. Neredeyse hiçbir edebi eserin verilemediği bir dönemdir. Bu gibi sebeplerle birçok şair ve yazar, milliyetçi denilerek çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Bu dönemde Çağdaş Uygur Edebiyatı hiçbir gelişim gösteremediği gibi çağın da çok gerisinde kalmıştır. Ancak Mao'nun ölümüyle birlikte bu baskılar biraz daha hafiflemiştir.

Günümüze kadar gelen süreç içerisinde Çağdaş Uygur Edebiyatı bir duraklayarak, bir gelişerek devam etmiştir. Bazı dönemlerde ağır baskılar arttıkça tekrar zayıflamış, bazı dönemlerde biraz daha canlanma fırsatı bulmuştur.


27 Kasım 2017 Pazartesi

Osmanlı'da Son Dönem Edebi Akımlar

Kadim tarihimizle beraber ona eşlik eden kadim edebiyatımızı okurken ve incelerken bazı isimlendirme ve tasnif etme yollarına başvururuz.
Şair ve ediplerin yazdıkları, oluşturdukları divanlardan ötürü birkaç asrı kapsayan döneme genel bir isim ile divan edebiyatı dönemi diyoruz. Türk edebiyatı, tarih içerisinde seyrederken divan edebiyatı da yerini yeni gelişmelerden etkilenen çeşitli edebi algılamalar doğrultusunda farkı edebiyat akımlarına, düşüncelerine bırakmıştır.

Genel olarak divan edebiyatından sonraki dönemde şu şekilde bir sıralama yapılır:

-Tanzimat Sonrası Türk Edebiyatı
-Ara Nesil
-Servet-i Fünun Topluluğu
-Fecr-i Ati Topluluğu
-Milli Edebiyat

Tanzimat Sonrası Türk Edebiyatı

3 Kasım 1839'da Sultan Abdulmecid Han döneminde Sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafından ilan edilen Tanzimat Fermanı'nın bir diğer ismi Gülhane Hatt-ı Hümayunudur. Tanzimat Fermanı ile beraber Osmanlı'da Batılılaşma hareketlerinin ve reformlarının maalesef artmaya başladığı gözlemlenmiştir. Bu olgu, Türk edebiyatına da yansımış ve Tanzimat Sonrası adı altında yeni bir edebi süreç vuku bulmuştur.

Bu dönemde yetişen edebiyatçılar, Batı'nın kültür ve edebiyatını örnek alarak devleti çökmekten kurtarmak, halkı aydınlatmak gibi bir takım düşüncelerle sonuçlarını hesaplayamadıkları bir yola girdiler. Niyetlerinin milli şuur etrafında şekilleniyor olmasına rağmen Batılı anlayışın burada aynen tatbik edilmesinin zararları öngörülememiştir. Bu yolda edebiyatı da bir vasıta olarak kullandılar.

Tanzimat Sonrası Türk Edebiyatı dönemi, 1860'tan 1895'e kadar devam eder. Daha sonradan bu dönem Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat) adını alır.

Bu dönemde gerçekleşen bazı değişikliklere göre Tanzimat Sonrası dönemi de iki ayrı bölümde inceliyoruz.

-Birinci Nesil (1860-1876)

Şinasi'nin Tercüman-ı Ahval gazetesini neşretmeye başlaması, bu dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Birinci Meşrutiyetin ilanına kadar da devam eder. Bu dönemde edebiyatçılar daha çok siyasi bir amaç taşırlar. Taşıdıkları amaç meşrutiyetin ilan edilmesidir. Eserlerinde daima meşrutiyet konusu işlenmiştir. Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal, bu dönemin ilk neslini oluşturur.

-İkinci Nesil (1876-1885)

Bu dönem daha çok kişisel duyguların, felsefi düşüncelerin eserlere hakim olduğu bir dönem olur. Bu neslin temsilcileri ise Abdulhak Hamid Tarhan, Recaizade Mahmud Ekrem ve Sami Paşazade Sezai'dir.

Klasik edebiyat türlerinden olan şiir, mektup ve tarih, Batılı anlayışa göre yeni şekiller almıştır. Klasik edebiyatımızda bulunmayan tiyatro, roman, makale, hikaye, hatıra, tenkid vb. türleri geliştirilmiştir.
Bu dönemde gazeteler, Batılı edebiyat anlayışının halk arasında yaygınlaşması için bir vasıta olarak kullanılmıştır.

Ara Nesil

Edebiyat tarihimizde Tanzimat sonrası dönem ile Servet-i Fünun dönemi arasında kalan evre Ara Nesil olarak isimlendirilir. 1885-1896 yıllarını içerisine alır.

Bu dönem edebiyatçıları özellikle Fransız edebiyatını yakından takip eder. Bazı eserler Türkçeye tercüme edilir ve aynı zamanda Fransız edebiyatı eserlerini Fransızca olarak okurlar.
Bu nesil, edebiyat ve şiiri sadece kendi alanı içerisinde değerlendirmiştir. Siyasi amaçlar uğruna kullanmadılar. Edebiyat sadece edebiyat için yapılmıştır.


Servet-i Fünun Topluluğu

Servet-i Fünun mecmuası etrafında toplananların meydana getirdiği edebi topluluğun ismidir. Bu topluluğa dahil olanlar arasında: Halid Ziya, Tevfik Fikret, Cenab Şehabeddin, Hüseyin Cahit ve bunun gibi birkaç isim daha vardır.

Servet-i Fünun edebiyatı, sadece Servet-i Fünun mecmuası etrafında toplanan kalemlerin verdikleri eserlerden ibaret değildir. Aynı anlayışla fakat başka yayın organlarında eser veren edebiyatçılar da vardır.

Bu dönemde klasik edebiyat geleneğimiz tamamen yok edilmiştir. Fransız edebiyatının örnek alındığı bir dönemdir. Tamamen milli edebiyatın dışında kalan bu dönemde toplumla ilgili hiçbir mesele ele alınmamıştır.

Fecr-i Ati Topluluğu

1908'de İkinci Meşrutiyet'ten sonra ortaya çıkan ilk edebi topluluk, Fecr-i Ati Topluluğu'dur. Fecr-i Ati Topluluğu'nu meydana getiren edebiyatçılar, daha sonra Milli Edebiyatı ortaya çıkaran kişiler olmuştur.

Fecr-i Ati'nin temsilcileri ise Ahmed Haşim, Köprülüzade Mehmed Fuad, Hamdullah Suphi, Refik Halid ve Yakup Kadri gibi isimlerdir.

Milli Edebiyat (1911-1923)

Milli değer ve meselelerin ön planda tutulduğu edebi akımın ismidir. Milli Edebiyatı da dört farklı bölüme ayırarak inceliyoruz. Bunlar: Medeniyetçilik, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük'tür.

Bu dönemin en önemli özellikleri kısaca şöyle özetlenebilir:

-En güzel dil olarak İstabul Türkçesi seçilmiş, yazı ve konuşma dilinin İstanbul Türkçesine göre olması gerektiği vurgulanmıştır.

-Türk yazı diline giren yabancı gramer kuralları kaldırılacak ve tamamen Türkçe gramer kurallarına yer verilecekti.

-Arapça ve Farsça tamlamaların terk edilmesi kararı alınmıştır.

-Türkçeleşmiş edatlar dışındaki bütün yabancı edatlar terk edilecektir.

Bu fikirler daha önce Namık Kemal ve Şemseddin Sami gibi edebiyatçılar tarafından da dile getirilmişti. Milli Edebiyat, özellikle 1914'ten sonra Birinci Cihan Harbi yıllarında gelişerek devam etti.

Milli Edebiyat akımının önde gelen temsilcileri ise şunlardır:

Şiir: Mehmed Emin Yurdakul, Ömer Seyfeddin, Ziya Gökalp, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Faruk Nafiz Çamlıbel vb.

Hikaye Roman: Ömer Seyfeddin, Yakup Kadri, Halide Edip Adıvar, Refik Halid..

Edebiyat tarihi: Fuad Köprülü, Ali Canib..



22 Kasım 2017 Çarşamba

Bir Edebiyat Devi Nihal Atsız

Bir edebiyat devi olarak kabul edilen Hüseyin Nihal Atsız için aslında bir ülkü devi denilse sanıyoruz bu ifade de pek yanlış olmazdı. Hatta onu en iyi ifade eden anlatım belki de bu olabilirdi.
Nihal Atsız'ın Türk edebiyatı içerisinde değerlendirilmesi ile birlikte onun bir anlamda ideolog ve dava adamı yönü de göz önünde bulundurulması gereken hususlardır. Edebiyatçılık ve onun edebi yönü aynı zamanda mesleği olmakla birlikte o, bu mesleğini inandığı fikirleri doğrultusunda hayatı boyunca kullanmıştır. Kalemini daima bu yolda kullanan birisidir.

1905 yılında İstanbul Kadıköy'de dünyaya gelen Nihal Atsız'ın inceleme konusu olmasındaki en büyük nedenlerden birisi onun, toplumun bir kısmı tarafından yanlış idrak edilmesi ve ''takipçilerinin de bir kısmı tarafından onun yanlış tanıtılıyor olmasıdır.'' Bu sebepler ile Nihal Atsız'ın hem edebi yönünü, Türk edebiyat tarihine katkılarını hem de onun Türk milleti için gerçekleştirdiği çalışmaları iyi anlamak, eserlerini tahlil etmek, herkes için faydalı olacaktır düşüncesini taşıyoruz.

Pek çok şair ve yazar gibi Atsız hakkında da bugüne kadar gelen söylentiler olmuştur. Bunların kimi doğru kimi de yanlıştır. Fakat her şeyden önce bilinmesi gereken şey; bir yazar, bir şair veya başka bir alanda herhangi bir eser ortaya koyan kişileri tanımak için ya onlarla bizzat tanışmış olmak ya da onların eserlerinin en azından bir kısmını incelemiş, araştırmış olmak gerekir. Böyle olmadığı takdirde o kişiler hakkında yanılgı payımız muhakkak artacaktır ve bu her zaman böyle olmuştur. Fikirlerini kendi ölçütlerimize aykırı kabul ettiğimiz münevverler için de onları tanımak kesinlikle bir zarurettir.

Nihal Atsız'ın yanlış idrak edilmesindeki en temel sebebin şu olduğu söylenebilir: '' Nihal Atsız, milli duyguları noktasında kimi zaman sert ve keskin söylemler kullanmış, Türkçülük dünya görüşünü benimsemiş, kimi eserlerinde ve yazılarında da dini söylemlere az yer ayırmıştır. '' Toplumun özellikle mütedeyyin kesimi tarafından yanlış tanınması ve sevilmemesi hatta göz ardı edilmesi genellikle bu sebeple olmuştur. Fakat burada Atsız'a kabahat biçilse de sözü edilen kesimin de bir takım kabahatleri elbette bulunmaktadır. O kabahat ise yerli bir değer olan Atsız'ın hiçbir eserinin okunmamış, fikirlerinin onun dilinden dinlenmemiş veya okunmamış olmasdır. İşte bu sebepledir ki Atsız belli ölçüde hep yanlış tanınmış, idrak edilememiş, kimileri nazarında muğlak bir kişilik olarak kalmış hatta koyu bir ırkçı, bir kafatasçı olarak görülmüştür.

Elbette onu yanlış idrak edenler kadar yine onu yanlış tanıtanların da bu durumda büyük payları bulunmaktadır. Milliyetçi-Mukaddesatçı çevreler içerisinde sıkça takip edilen ve fikirleri kabul gören Atsız'ın tek sevenleri ve okurları bu çevreler değildir. Esasen onun sadece Türkçülük ile ilgili yazılarını ve düşüncelerini kabul eden, edebi yönü ile neredeyse hiç ilgilenmeyen manevi hassasiyeti az belki de hiç olmayan kesimlerce Nihal Atsız, sadece bir kafatasçı olarak kabul görmüştür. Onların bu içselleştirmeleri de Atsız'ın daima yanlış idrak ediliyor olmasında ciddi pay sahibi olmuştur.



Edebi kişiliği ile beraber Nihal Atsız, hepsinin ötesinde milli bir şahsiyet ve milli bir değerdir. Hayatı boyunca da milli kimliği ve milli duruşundan hiçbir taviz vermemiştir. Onun bir diğer önemli özelliği de budur. Avrupa'da İtalyan faşizminin, Alman nazizminin, kuzeyimizde bütün Türk ülkelerine acımasızca zulümler uygulamakta olan Sovyet komünizminin iyice palazlandığı ve parladığı yıllarda o, taviz vermeksizin milli bir duruş sergilemiş, bu duruşuna yönelik söylemler geliştirerek eserlerine de aynı ruh ve hissiyatı yansıtmaktan bir an dahi geri durmamıştır.

Dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na kendi neşrettiği dergilerinde yazmış olduğu açık mektuplar bu duruşun en açık göstergelerinden birisidir. Daha 1940'lı ve 50'li yıllarda dönemin hükümetlerine açık mektuplar yazmış ve gittikçe gelişmekte, ülkemizin gençlerini zehirlemekte olan Sovyet komünizmine karşı uyarılarda bulunmuştur. İdarecilere karşı bu anlamda erken uyarıları olmuştur. Sovyetler Birliği'nin açık hedefi olacağını bilerek bu duruşunu muhafaza etmesi onun milli kimliği hakkında bizleri fikir sahibi yapmaktadır.

Edebi yönünden bahsettiğimiz Nihal Atsız'ın aynı zamanda şair bir yönü de vardır. Yazdığı onlarca şiirinden biri olan 'Davetiye' adlı şiirinde dönemin faşist İtalya'sının lideri olan Benito Mussolini'ye karşı açıkça milli duyguları ile seslenmiştir.
O şiirden bazı dizeleri paylaşmak istiyoruz:

''Çağrı Beğ'le Tuğrul Beğ'in kurduğu devlet
İtalyalı melezlerden üstündür elbet.''

''Senin dostun Cermanyaya (Almanya) biz Nemçe deriz
Bir gün yine Beç (Viyana) önünde düğün ederiz.''

''Gerçi bugün eskisinden daha çok diksin;
Fakat yine biz Osmanlı, sen Venediksin.''

''Bizim yanık Fuzuli'miz engin bir deniz,
Karşısında bir göl kalır sizin Dante'niz.''

Bu dizelerden de Nihal Atsız'ın milli duruşu hakkında fikir sahibi olunabilir.
Tüm bunlarla beraber Atsız hayatını edebiyat öğretmenliği yaparak geçirmiştir. Türkiye'nin pek çok farklı vilayetinde ortaokul ve liselerde uzun yıllar edebiyat dersi öğretmenliği yapan Atsız, meslek hayatı boyunca şahsi neşriyat faaliyetlerinde de bulunmuştur. Atsız Mecmua, Orkun, Orhun ve Ötüken ismiyle kendi çıkardığı dergilerde yüzlerce makalesi vardır. Deli Kurt, Ruh Adam, Bozkurtlar Diriliyor, Dalkavuklar Gecesi, Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar isimli kitapları onun romanlarının başlıcalarındandır. Bu yönü edebi kişiliğini en ön plana çıkaran yönüdür. Bunların yanında Türk edebiyatı, Türkçülük fikir sistemi ve Türk tarihi üzerine de yazmış olduğu birden çok kitabı bulunmaktadır. Yolların Sonu isimli kitabında ise hayatı boyunca yazdığı şiirlerini derleyerek, şair kimliği ile de karşımıza çıkar.

Sanıldığının aksine Nihal Atsız, sadece İslam öncesi Türk tarihini değil, İslam sonrası Türk tarihini de ruhuna sindirmiş birisidir ve Türk tarihini, Türk-İslam tarihi şeklinde ayrım yapmaksızın telakki eder. Türk devletini ve hanedanlarını bütüncül şekilde ele alır. Kimilerinin hakaret ve iftiralarına maruz kalan Sultan Abdulhamid'i kesin bir şekilde müdafaa eder; ''O kızıl sultan değil, ancak gök sultandır'' der. Yine bazı kesimlerce yerilen Sultan Vahdeddin hakkında kesin müdafaaları vardır. Onun için; ''O bir Osmanoğludur, asla hıyanet ile itham edilemez'' açıklamaları da yine kendisine aittir.

Nihal Atsız hiçbir zaman İslam karşıtı olmamış ve inançsız birisi olarak da karşımıza çıkmamıştır.
Bu sebeple onun şiirlerinden bazı alıntılarda bulunarak, bunları paylaşmak gerektiğini düşünüyoruz:

''Genç Fatih'in ordusu yine tekbir alınca
Söndürürüz kafirin Meryem Ana mumunu.''

''Yarın Yavuz dirilip bize buyruk verince
Kızgın kum çöllerini yeni baştan aşarız.
Kanlarımız sebildir; akıtarak hepsini
Belirsiz mezarlarda anılmadan yaşarız.''

''Selam şanlı mazimize, selam yarına
Selam zafer ordusunun silahlarına.
Ey geçmişin yiğitleri selam sizlere
Ey yarının şehitleri selam sizlere.''

Bu ve bunun gibi daha pek çok dize ve satırların sahibi olan Atsız'ın gönül alemini anlamak için onun eserlerinin okunması gerekiyor.
11 Aralık 1975'te İstanbul'da vefat eden Nihal Atsız, hiçbir zaman milli ve manevi değerlerin aleyhinde olan faaliyetlerin içerisinde bulunmamış, ömrünü milletinin ve devletinin bekası uğrunda çalışarak geçirmiş, edebiyatımızın önemli milli şahsiyetlerinden birisi olarak ismini tarihe geçirmeye muvaffak olmuştur.


11 Kasım 2017 Cumartesi

Mitolojik Edebiyat

Bir edebiyat ürünü olarak karşımıza çıkan mitolojik eserler, bizlere antik çağ edebiyatı ve tarihi hakkında eşsiz bilgiler sunar. Onlar, kesinlikle antik çağların eşsiz bir değere sahip bulunan edebi şah eserleridir. Türkçede efsane veya destan şeklinde telaffuz ettiğimiz mitoloji kelimesi, kökeni itibariyle antik Grekçe (Yunanca) bir kelime olma özelliğini taşıyor. Mythos (masal-hikaye) ile logos kelimelerinden meydana gelir.
Logos kelimesi hakkında esasen tam bir bütünsel anlam oluşmamıştır. Çünkü bu Yunanca kelime pek çok farklı filozof tarafından değişik şekillerde tanımlanmıştır. Fakat burada en temel tanımını esas alıyoruz. O da, ussal kavrama demektir. Logos kelimesi antik Yunan'a göre ussal kavrama, yani us ile kavrama anlamında idrak edilmiştir. Günümüzde ise logos (loji) kelimesi, bilim olarak nitelendiriliyor. Buradan yola çıkarak, mitoloji için efsane bilimi de diyebiliriz.
Yunanca mitos (mythos) kelimesi Türkçede mit veya mitler şeklinde telaffuz ediliyor.

Mit kavramı, antik çağlarda yaşamış olan milletlerin ilahlarının ve kahramanlarının yaşamlarından genel bir şekilde bahseden hikayelerdir. Her milletin kendine özgü mitolojisi bulunmaktadır. Mitolojik hikayeler ve destanlar, temsil ettikleri milletin birer aynası gibidir. Bunlar her ne kadar milletten millete farklılık gösterse de pek çok ortak ve benzer yönleri de bulunmaktadır. Mitolojilerde geçen hikayelerin hepsinin hayal ürünü olduğu da söylenemez. Bunlar içerisinde oldukça fazla gerçek olaylar, hikayeler de vardır.
Birçok mitolojide geçen tufan olaylarının, yapılan kazı çalışma ve araştırmaları neticesinde doğrulukları ispat edilmiştir. Bunlarla birlikte milletlerin nasıl bir hayat sürdüğü hakkında da çeşitli ve önemli bilgiler içeren kaynaklardır. Şunu da söylemek gerekir ki; mitolojiler hiçbir zaman bulunduğu toplumlarda dini bir kitap hüviyeti kazanmamıştır.

Mitolojinin Ve Öğelerinin Oluşma Nedenleri

Mitoloji, bazen unutulmuş olaylara bazen de bilinçaltı ve hayal gücüne bağlıdır.
Antik dönemlerde insanların tabiatla, üstün güçlerle, düşmanla mücadelesinde hayal yoluyla ortaya koyduğu eser, söylediği söz, takındığı tavır, mitolojinin oluşumunu sağlamıştır.

Mitoloji, genellikle bazı yaratılış hikayelerini konu edinir.
Bir kültürün, dünyanın nasıl oluştuğunu, bir şeyin nasıl yaratıldığını ve bunlara yönelik inançları açıklayan özelliklere sahiptir.

Mitolojik öğelerin (değerlerin) ortaya çıkmasında insanın, dünyanın yaratılışını sorgulaması vardır. Sonunda dünyadaki tüm varlıkların kendiliğinden ortaya çıkamayacağını ve bunların bir yaratıcı tarafından yaratıldığını kabul eden efsanevi hikayeler ortaya çıkmaya başlamıştır.




Başlıca mitolojiler arasında Mezopotamya efsaneleri önemli ve ayrı bir yer tutmaktadır. Antik çağ devletlerinden biri olan Sümerlere ait Gılgamış Destanı bu sebeple ön plana çıkar. Gılgamış Destanı, tarihteki ilk yazılı destan olma özelliğine sahiptir. Aynı zamanda 56 adet kil tablet üzerine çivi yazısı ile yazılmıştır. Ölümsüzlüğü arayan bir hükümdarın hikayesinden bahseder.

Gılgamış Destanı, antik çağ halklarından biri olan Sümerlerin günlük yaşamları hakkında bilgi verme, tarihin ilk yazılı destanı olma ve tek tanrılı üç dinin kitaplarında yer alan 'Tufan' hikayesinin, benzer şekli ile 4.000 yıl önce kil tabletlere yazılmış olması sebebi ile büyük önem taşımaktadır.

Destana konu olan hükümdar Gılgamış, gerçekten yaşamış ve Mezopotamya'daki Uruk kentinde hüküm sürmüştür. Destan, Gılgamış'ın ölümünden yaklaşık bin yıl sonra yazılmış ve günümüze kadar ulaşmıştır.


 

Milli Bir Unsur Olarak Türk Mitolojisi (Destanları)

Evrensel mitolojiler arasında şüphesiz ön plana çıkan önemli destanlardan biri de Türk milletine aittir. Bu anlamda Türk mitolojisi, zengin kaynaklara sahiptir.
Türk mitolojileri sırasıyla şunlardır: 
- Yaratılış Destanı
- Alp Er Tunga Destanı
- Şu Destanı
- Oğuz Kağan Destanı
- Bozkurt Destanı
- Ergenekon Destanı
- Türeyiş Destanı
- Göç Destanı
- Satuk Buğra Han Destanı
- Manas Destanı
- Cengiz Han Destanı
- Danişmend Gazi Destanı
- Köroğlu Destanı

Türk efsaneleri arasında en önemlilerinden birisi Türklerin atası olan Oğuz Kağan'ın diğer adıyla Tanrıkut Mete'nin doğuşu, gençliği, kağan oluşu ve Türk birliğini kuruşunu anlatan Oğuz Kağan Destanı'dır.
Bu destanın orijinal Uygur harfleriyle yazılmış özgün nüshası Paris Kütüphanesi'nde bulunuyor. Bugün elimizde Oğuz Kağan Destanının üç farklı çeşidi bulunmaktadır.

XIII ve XVI. yüzyıllar arasında Uygur harfleriyle yazılmış ve İslamiyetten önceki dönemi yansıtan versiyonun, ilk örneği temsil ettiği söylenebilir.

XIV. yüzyılın başında yazıldığı bilinen Reşideddin'in Cami üt-Tevarih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı ise İslami versiyonlarının ilkini temsil etmektedir.

Oğuz Kağan Destanının üçüncü versiyonu ise XVII. yüzyılda Ebu'l-Gazi Bahadır Han tarafından yazılan Şecere-i Terakime adlı eserinin içinde yer alır.

Oğuz Kağan Destanı;

Ben sizlere oldum kağan,
Alalım yay ile kalkan,
Nişan olsun bize buyan,
Bozkurt olsun bize uran,
Demir kargı olsun orman,
Ay yerinde yürüsün kulan,
Daha deniz, daha müren,
Güneş tuğ olsun, gök kurıkan.

9 Kasım 2017 Perşembe

Çağdaş İran Şiiri Ve Füruğ Ferruhzad

İran için 1977-78 yılları seküler ve istibdad anlayışına sahip bulunan şahlık rejimine karşı bir takım isyan hareketlerinin ortaya çıktığı yıllardır. Tebriz, Kum, Isfahan, Şiraz, Tahran ve Meşhed gibi büyük vilayetlerde bu isyanlar iyice belirgin hale gelmiştir. Bu toplumsal infiallerin pek çok alanda yansımaları olur. Bunlardan biri de kadim İran edebiyatında kendisini o dönemde göstermiştir. Klasik Fars edebiyatının asırlık aruz kalıpları da bu dönemde kırılmaya başlamış, bir çeşit edebi dönüşümlerde ortaya çıkmıştır.

Geleneksel edebiyatı yenilikleri ile sarsan ve bu dönüşüme öncülük eden İranlı şair Nima-i Yuşic.dir. 1920-1940 yılları arasında İran edebiyatında bıraktığı etkilerle bu işe öncülük etmiştir ve yeni şiirler 'Nimai şiir' olarak anılmaya başlanmıştır. Yaşanan değişimlerde sadece şiirin şekli değil, içerik ve konuları da aynı değişimden nasiplerini almıştır.

İran şiirinde ilk yenilik hareketleri her ne kadar Kaçar hanedanı döneminde başlamış olsa da, ciddi anlamda 1906 yılında İran Meşrutiyeti ile birlikte daha somut bir hale gelmiştir.
Biraz önce belirtildiği gibi İran şiirine gerçek dönüşümü yaşatan Nimai Yuşic oldu.
Nimai Yuşic aruzları tamamen dışlamadan, dizelerin uzunluk ve kısalıklarında şairi özgür bırakan bu anlayışı, mücadele ederek İran şiirine getirebilmiştir. Bu süreçte elbette gelenekçiler tarafından şiddetli baskı ve eleştirilere maruz kaldıysa da, yenilikçi şairler tarafından büyük de bir destek görmüştür.
Nima'ya göre kafiye gerçek şahsiyetini yeni şiirle kazanmıştır. Ona göre; 'tek bir dize kimi zaman yalnız başına bir anlamı ifade edebilir ve kendinden sonraki dizeye ihtiyaç duymayabilir.''

Nima'nın öncülük ettiği yeni akımın, serbest şiirin İran'daki diğer önemli temsilcileri ise; 'Mehdi Ehevan Salis, Sohrab Sepehri, Ahmed Şamlu, Nusret Rahmani,Muhammed Zuher, Huşeng İbtihac, Siyaveş Kisra ve Füruğ Ferruhzad' olmuştur.

Bu süreçte mısraların aruza dayanmasını savunan gelenekçiler ile kullanılan kalıpların artık yetersiz kaldığını savunan yenilikçiler, iyice belirgin gruplar haline gelmişti.

Çağdaş İran şiirinin öncüsü olan Nima Yuşic, yeni şiirin değerlerini oluştururken, bir şairin sahip olması gereken özellikleri de şöyle sıralamaktadır:
''- Şair, hangi tarihte yaşadığını ve içinde yaşadığı toplumun kendisinden neler istediğini bilmelidir. Buna şairin tarihi görevi denir.
-Şair, yaşadığı muhiti teşkil eden şeyleri bilmelidir. Buna şairin coğrafi görevi denir.
-Şair, ufku geniş ve özgür olmalı, hiçbir felsefi ekole bağlanmamalıdır. Buna şairin sosyal düşünce görevi denir.
-Şair, halkının hangi edebi dönem içinde bulunduğunu bilmelidir. Hem şekil ve kalıpta hem de içerikte dönem edebiyatının temsilcisi olmalıdır.''

Nima'ya göre şair, duygu ve düşüncelerini sembolik olarak ifade etmelidir.
Yeni İran şiirinde karamsarlık, kızgınlık, nefret, umutsuzluk kavramları çok işlenir ve günümüz dünyasında yaşanan her şey çağdaş İran şiirine de birebir yansır. Benzetmelerin yerini istiare alır. Okur birinci istiareyi anlamaya çalışırken karşısına ikincisi çıkıverir.




İran'ın Kadın Şairi Füruğ Ferruhzad

Füruğ Ferruhzad 5 Ocak 1935'te Tahran'da dünyaya gelir. Füruğ, şiir yazıyordu. Onun hayatını şekillendiren belki de en önemli olaylardan biri 1951'de ailesinin isteği üzerine kuzeni Perviz Şapur ile evlenmesidir. Evlendiğinde 16 yaşındaydı. Bir yıl sonra da oğlu Kamyar doğar. Fakat çok geçmeden, şiddetli geçimsizlik nedeniyle 1954 yılında kocasından boşanır. İran kanunlarına göre boşanan kadının çocuğunun velayeti kocasına veriliyordu. Bu sebeple Füruğ Ferruhzad belki de hayatının en büyük acılarından birisini yaşadı ve ölene kadar bir daha oğlu Kamyar'ı göremedi.




Bir roman yazarı tarafından film yönetmeni olan İbrahim Gülistan'a Füruğ'un kendisi tanıtılır. Füruğ, Gülistan'ın asistanı olarak görüntü yönetmenliği de yapmaya başlar. İlerleyen dönemde Füruğ, İbrahim Gülistan'a aşık olur. Fakat bu hiçbir zaman yaşanmamış ve gerçekleşmemiş bir aşk olarak İran halkının dilinde dolaşıp durur.
Füruğ'un bazı şiirlerini de İbrahim Gülistan için yazdığı İran'da sıkça anlatılıyordu.

''Gel ey erkek, ey bencil varlık,
Gel, kafesin kapılarını aç,
Beni ömür boyu zindanda tutmuşsan eğer,
Bari bir anlık serbest bırak.''

Hem arkadaşı hem de bir nevi patronu sayılan İbrahim Gülistan, Füruğ Ferruhzad için bir keresinde şöyle diyordu: ''O, tıpkı bir öğrenci gibi kendi çabalarından etkilenmişti. En büyük etkiyi kendi kendine veriyordu. Onu asla üretken olmadığı bir halde görmedim. O. böyle biriydi.''

'' Seviyorum onu
Tohumun ışığı sevdiği gibi
Tarlanın rüzgarı sevdiği gibi
Kayığın dalgayı sevdiği gibi
Kuşun yüksekleri sevdiği gibi
Seviyorum onu
Aşk ne ile
Ebedileştirilebilir?
Hangi öpücükle, hangi dudakla
Yok olup giden ben gibi
Günler gibi
Mevsimler gibi...''

13 Şubat 1967'de Tahran'da kendi kullandığı araçta bir trafik kazasında henüz 32 yaşındayken hayatını kaybeder ve geriye sadece acılar ve duygularla yüklü bir hatıra bırakır.

(Füruğ Ferruhzad evlatlığı ile)

5 Kasım 2017 Pazar

Türk Edebiyatının Unutulan Yüzü Çağatay Edebiyatı

Türk edebiyatının en zengin dallarından birini divan edebiyatı oluşturuyorsa hiç şüphesiz buna en önemli katkılardan birini sağlayan da Çağatay edebiyatıdır. Çağatay edebiyatı ve Çağatay lehçesi, Türk dili ve edebiyatının maalesef unutulmuş, kaybolmuş fakat en zengin bölümlerinden birini oluşturur.
Öncelikle Çağatay kelimesinin etimolojik kökenini incelemek gerekmektedir. Türk-İslam edebiyatının üçüncü dönemi olarak da kabul edilen Çağatay edebiyatı, bu ismi büyük Moğol imparatorluğunun kurucusu Cengiz Han'ın ikinci oğlu olan Çağatay'dan alır. Cengiz Han'ın ölümünden sonra devletin dörde bölündüğü süreç içerisinde bu dört devletten biri Çağatay'ın başına geçtiği hanlık olmuştur. Bugünkü Orta Asya havalisini idare eden hanlık, Çağatay Han'ın ölümünden sonra kendi adı ile anılmaya başlamıştır.
Çağatay Hanlığı'ndan sonra bölgede Timurlular devleti teşekkül etmiştir. Timurlular devletinde de Çağatay kelimesi varlığını korudu. Çağatay adı, ilk başlarda kurulduğu devleti ifade etmekteyken Timurlular döneminde de ''Çağatay ili'', ''Çağatay halkı'' ifadeleri Türkleri işaret etmekteydi. Yine de yazar ve şairler 15 ve 16. yüzyıla kadar Çağatay dili veya lehçesi ifadeleri yerine Türk dili, Türkçe gibi genel ifadeleri kullandılar.
Çağatay edebiyatının en önemli temsilcisi olan büyük Türk şairi Ali Şir Nevai'de Çağatay ifadesi yerine Türkçe veya Türk dili ifadelerine yer vermiştir. Aynı zamanda bu ekolün yine önemli temsilcilerinden olan Ebu'l-gazi Bahadır Han ,  ''Türk dili'' terimlerini kullanmıştır. Bir başka misalde ise Alman bilim adamı Zenker, Çağatay dili için ''Doğu Türkçesi'' ifadesini kullanmıştır.


Çağatay Türk Edebiyatının Altın Kalemi Ali Şir Nevai

Çağatay edebiyatına en parlak dönemini yaşatan Ali Şir Nevai, 1441 yılında Herat'ta doğmuş ve 1501'de yine Herat ilinde vefat etmiştir. Uygur Türklerindendir. Varlıklı bir ailenin çocuğu olmakla beraber Timurlu devletinin o zamanki hükümdarı Sultan Hüseyin Baykara'nın da uzun dönem valiliğini yapmış ve en büyük övgülerine mazhar olmuştur. Böylece Nevai, hem edebi kişiliği hem de devlet adamı kişiliği ile karşımıza çıkar.

Neredeyse her konuda ve her türde Çağatay edebiyatının en zengin, en değerli eserlerini vermiştir. Türkçe'nin içeriğini oluşturma noktasında ve Türk dilinin zenginliği hususunda paha biçilmez eserlerin önemli bir bölümü yine onun eserleri arasında bulunmaktadır.
Yazdığı Türkçe şiirlerini dört ayrı divanda toplamıştır.
Bunlar: Garaibü's Sağir, Nevadirü'ş Şebap, Bedayiü'l Vasat ve Fevaidü'l Kibar'dır. Bir de Farsça divanı bulunmaktadır. Türkçe divanlarının genel adına Hazainü'l Maani denir. Ali Şir Nevai, Türkçe şiirlerinde Nevai, Farsça şiirlerinde ise Fani mahlaslarını kullanmıştır.

Beş mesnevinin bir arada toplandığı yapıtlar hamse adını alır. Bu bağlamda hamse türünün Türk edebiyatındaki ilk örneklerini de Ali Şir Nevai vermiştir: Hayret-ül ebrar, Ferhat u Şirin, Leyla vu Mecnun ile Seb'a-i seyyare ve Sedd-i İskenderi.


Nevai'yi anlamlı kılan bir diğer özelliği de Türk edebiyatının ilk tezkire (biyografi) eserini vermiş olmasıdır. Şairler tezkiresi olan eseri; Mecalisü'n Nefais'tir. Bir diğer tezkiresi ise Nesayimü'l- mahabbe min şemayimi'l fütüvve'dir. Genel olarak kabul gören düşünce; Nevai döneminin Çağatay edebiyatının klasik dönemini temsil etmesidir. İsmini saydığımız eserleri yanında Nevai'nin daha pek çok ve birbirinden kıymetli farklı alanlarda eserleri bulunmaktadır. Dil-edebiyat, din-ahlak ve tarih gibi alanlarda da dev eserleri bulunuyor.

Türk edebiyatının ilk tezkire örneği olan Mecalisü'n Nefais'i sekiz bölüme ayırmıştır. Her bir bölüme meclis adını vermiştir. Nevai, sekizinci meclisi bütünüyle Timurlu devletinin 5. ve o dönem hükümdarı olan, aynı zamanda çocukluğundan beri beraber yetiştiği ve valiliğini yaptığı Sultan Hüseyin Baykara'ya ayırmıştır. Baykara'da tıpkı Nevai gibi edebi yönüyle Çağatay edebiyatının son dönemine damgasını vurmuştur. Hüseyni mahlası ile lirik gazeller yazmıştır. Nevai, onun Türkçeye en çok katkı sağlayan kişilerden biri olduğunu anlatmıştır.

Onun en büyük eserlerinden biri de 1499'da yazdığı Muhakemetü'l Lugateyn'dir. Nevai bu eserinde Türkçe'nin Farsça'dan daha üstün bir dil olduğunu delilleriyle birlikte anlatmıştır. Türkçe'nin Farsça'dan daha geniş kelime dağarcığına sahip olduğunu ispatlamış, bununla birlikte Türkçeyi kullanmayarak sadece Farsçayı kullanan genç şairleri de eleştirmiştir.

Değerli tarih konulu eserleri arasında ise ''Tarih-i Enbiya vü Hükema'' ile ''Tarih-i Müluk ü Acem'' vardır. İlk eserde Hz.Adem'den Hz.Muhammed'e (S.A.V) kadar olan bilgiler ve menkıbeler yer alıyor. Diğerinde ise İran hükümdarlarını dört hanedana ayırarak mitolojik tarihlerinden bahseder.

Ali Şir Nevai, her dönemde karşılık bulmuş bir şairdir. Kanuni Sultan Süleyman Han döneminde ünlü Şikayetname eserinin yazarı Fuzuli'de Nevai'den etkilenmiştir. Bilhassa Yavuz Sultan Selim Han, Nevai hayranı idi. Pek çok Türk şair, Nevai'nin şiirlerine nazireler yapmıştır. Bu nazireler, Tanzimat Dönemi sonrasında bile kendisini göstermiştir. Ziya Paşa, ''Harabat'' adını taşıyan üç ciltlik eserinde, Nevai'nin şiirlerine önemli bir yer ayırmıştır. Daha ismini saymadığımız ve bir o kadar kıymetli olan pek çok eseri mevcuttur.


Çağatay edebiyatının önemli temsilcilerinden biri de hem Cengiz Han'ın hem de Timur'un soyundan gelen Babür Şah'tır. Hindistan'da kendi adıyla andığımız Babür devletinin kurucusu ve ilk hükümdarı olduğu gibi şiirleri ve üstün edebi kişiliği ile de karşımıza çıkar. Babür Name isimli ünlü vakayinamesi de en önemli eserleri arasındadır.

Türk Uygur Edebiyatı - 2

Türk-Uygur Edebiyatını incelemeye devam ederken, Uygur yazarlarından, şairlerinden ve Uygur halk edebiyatının belki de en güzide yapıtı olan...